Satranç kariyerinin 40. yılında. 1991 ve 2001 Yılları arasında TSF Yönetim Kurulu’nda ve Teknik Kurul’da görevler aldı. 1991 – 1999 Arasında Ankara İl Temsilciliği yaptı. 1972’den 2003’e kadar, 31 yılda, 27 kez Türkiye Şampiyonası’na katıldı. 16’kez ilk beşte yer aldı. 1995’te Türkiye Birincisi oldu. 3’kez Türkiye Şampiyonluğu için unvan maçına çıktı. 7’kez Olimpiyat Milli Takımında kadrodaydı. İki Olimpiyatta takım kaptanlığını üstlendi. Binlerce çocuğa satrancı öğretti ve öğretmeye devam ediyor.
Ve belki de hepsinden önemlisi, TSF’nin o güzelim “logosunu” tasarladı.
Evet, satrancın Türkiye yolculuğunda adeta tek başına bir kilometre taşı olan, gerçek bir “satranç işçisi” Ali İpek’ten söz ediyoruz. Murat Kul’un Ali İpek’le söyleşisi için lütfen devamına tıklayınız.
Murat KUL: TSF içinde o kadar çok görev almış ve oyuncu olarak yarışmalara katılmışsınız ki, insan şaşırıyor doğrusu. Nasıl başladı satranç yolculuğu?
Ali İPEK: Yaklaşık 40 yıl önce. İstanbul Pendik’te oturuyorduk. Okul arkadaşım, bugün ODTÜ’de başarılı bir matematik Profesörü olan Turgut Önder’den satranç dersleri alarak bu yolculuğa başladım.
KUL : Nerelerde oynuyordunuz ?
İPEK: Tabii ki kahvehanelerde. Pendik’te o dönem satranç, özellikle Balkan göçmenlerinin sıkça devam ettiği kahvehanelerde en popüler oyundu. Bir günde 50’den fazla oyun oynadığım olurdu, bazen 11-12 saat masadan kalkmazdım.
KUL : Peki bu olağanüstü yarışma performansı nasıl başladı ?
İPEK : İlk kez 1970’te bir satranç turnuvasına katıldım. 1971 – 72’de Gençler Şampiyonu oldum. Ardından 1973’te Türkiye Şampiyonası’nda ikincilik elde ettim. İlk resmi uluslar arası karşılaşmamı da Balkan Gençler Şampiyonası’nda, bugün FİDE Başkan Vekili ve Yunanistan Satranç Federasyonu Başkanı olan Georgious Makrapoulos’a karşı oynadım. Daha sonra 7 kez Olimpiyat takımında yer aldım. İki kez takım kaptanlığı yaptım.
KUL : O dönem yurtdışına nasıl çıkıyordunuz, sıklıkla uluslar arası yarışmalara katılabiliyor muydunuz ?
İPEK : Mümkün mü ? Ne antrenör, ne uluslararası turnuva, hiçbir şey yoktu. Yılda bir defa Balkan turnuvasına gidersek kendimizi şanslı sayardık. Tabii böyle olunca da istediğimiz ilerlemeyi ne yazık ki sağlayamadık. Düşünüyorum da bugün ki olanaklar o gün bizler için olsaydı, bugün çok sayıda unvanlı oyuncumuz olurdu. Bir birikim olurdu.
KUL : Şartlar bu kadar kötü müydü gerçekten ?
İPEK : Hem de nasıl. Milli Takım kendi başına hazırlanırdı. Ortada ne bir sistem, ne bir yöntem vardı. Hele gençlik yıllarımızda turnuva şartları daha da kötüydü. Ulaşım, konaklama, turnuva salonu. Yani futbol yada basketbol da gider oynar ve dönersiniz. Oysa satranç turnuvası bir günlük bir şey değil ki, günlerce sürüyor. Kaldığınız yer önemli, salon şartları önemli. Cebinizde para var mı yok mu kimse sormazdı.
KUL : Belli ki çok çekmişsiniz. Unutamadığınız bir anınız var mı ?
İPEK : Olmaz mı. 1980 Malta Olimpiyatları. Federasyon ulaşım ve konaklamayı karşıladı ancak cebimize para koymadı. Hiç unutmam, Feridun Öney ve ben salonda çay içeceğiz, bozukluklarımızı saydık, çay ücretinden hesap ettik. Ancak birkaç günlük çay parası çıktı. Böyle şartlarda oynayarak ülkemizi temsil ettik.
KUL : Sadece satrançla uğraşmadınız herhalde, üniversite mezunusunuz. Hangi bölümü tamamladınız, aileniz satranca olan bu ilginize “aman evladımız bunlarla uğraşmasın” demedi mi ?
İPEK : İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, endüstri ürünleri tasarımı bölümü mezunuyum aslında. Ancak mesleğimi yapmadım. Satrancı ve oynamayı çok seviyordum. Kararımı verdim ve tamamen bu yola çıktım. Öte yandan babam ilkokul mezunu biri olmasına rağmen satranç oynamama asla “hayır” demedi. Tam tersine kararımı destekledi ve bazen turnuvalara katılmam için bile o kısıtlı bütçesinden bana yardım etti.
KUL : “Mesleğimi yapmadım” diyorsunuz ama kanımca mütevazı davranıyorsunuz. Bilmeyenlere aktaralım, TSF’nin kurumsal logosunu siz çizmişsiniz, nasıl oldu bu ?
İPEK : 1991’de, TSF GSGM’ye, yani Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne bağlanıp, satranç devlet çatısı altına girince bir logo ihtiyacı doğdu. Ben de oturdum diğer federasyonların amblemlerine baktım, araştırdım. Tabii o dönemde böyle bilgisayar, internet falan yok. Her şeyi el kararı, göz kararı yapıyorduk.
KUL : TSF’nin logosunu bu işin profesyonellerine de gösterdik ve hepsinden olumlu yanıtlar aldık. Demek ki iyi bir tasarım yapmışsınız. Yalnız şunu merak ediyorum. Vezir, şah yada at gibi biçimsel olarak daha cazibeli taşlar varken neden kaleyi tercih ettiniz ?
İPEK : At olmazdı çünkü binicilik federasyonunu çağrıştırabilirdi. Vezir yada şahın ise bizde biçimsel karşılıkları yoktu. Ancak kale öyle değil. Anadolu’da pek çok yerleşim yerinde tarihsel bir geçmişi olan kaleler görmek mümkün. Yani kale, Anadolu insanına uzak değil, yakın bir kavram. O nedenle tercih etmiştim. Kalenin mavi olması ise renk uyumu gereği idi.
KUL : Gelelim TSF’nin GSGMY’ye bağlandığı ilk günlere. Sizin TSF Başkanlığına adaylığınız da var. Bu nasıl gelişti ?
İPEK : 1992’de Kahraman Olgaç bey istifa edince bir adaylık süreci başladı. Bir şekilde benim de ismim geçti. Derken o dönemde TED Yönetim Kurulu üyesi olan bir dostumuz benim ismimi dönemin Devlet Bakanı Tansu Çiller’e iletmiş. O da benim ismimi spordan sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz’a vermiş. Birkaç gün sonra Hürriyet’te bir haber çıktı, “Satrançta Çiller – Demirel Çekişmesi” diye.
KUL : Nasıl yani ?
İPEK : Meğer Emrehan Halıcı’da dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in istediği bir isimmiş. Çiller’de benim ismimi verince sanki ikisi karşı karşıya geldi gibi olmuş. Oysa ben Tansu hanım ile tanışmamıştım bile.
KUL : Nasıl kurtuldunuz bu pozisyondan ?
İPEK : Sonunda dönemin Genel Müdürü Kemal Kamiloğlu beni yanına çağırdı ve görüştü. Baktım ki Başkanlık benim çok zamanımı alacak. Geçimimi de antrenörlükten, verdiğim derslerden karşılıyorum, bu iş olursa sıkıntıya gireceğimi anladım. “En iyisi” dedim, Emrehan bey Başkan olsun ben de yönetime gireyim yada teknik kurul da yer alayım. Amaç satranca hizmetse illa Başkan olmak gerekmiyor ki.
KUL : Hazır sizi bulmuşken sorayım. Eski Başkan sayın Halıcı, sizin bir dönem yayın yönetmenliğini yaptığınız “Satranç ve Hayat” adlı dergiye verdiği bir söyleşide, 1997’den önce resmi yada özel hiçbir uluslararası turnuva yapılmadığını belirtmiş, bunu ben dile getirince itirazlar gelmişti. Nedir bunun aslı ?
İPEK : 1997 Öncesi benim bildiğim iki uluslararası turnuva yapıldı sadece. Bir tanesi 1993 yılı Balkan Takım Şampiyonası. Diğeri ise 1995 “zonal” turnuva. Balkan Şampiyonası’na uluslararası diyoruz ama Türkiye dışında katılan ülke sayısı 4 idi. Zonal turnuva da kısıtlı sayıda satranççı ile, 20 - 25 kişiyle yapılmıştı. Hepsi bu kadardı.
KUL : Ancak daha sonra 2000 İstanbul Olimpiyatları yapıldı.
İPEK : O ayrı bir konu. Düşünün yüzden fazla ülkenin insanı bir yarışma için İstanbul’a geliyor. İskambil kağıdından kule yapma yarışması bile olsa insanın ilgisini çeker, basında yer alırdı değil mi ? Ama böyle olmadı. Yeterli tanıtım bir türlü yapılamadı. Kimsenin haberi olmadan “Olimpiyat” yaptık o sene.
KUL : Gelelim TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü’ndeki çalışmalarınıza. TED’de neler yaptınız ?
İPEK : 1990’da TED’e bağlı satranç eğitim merkezi kuruldu ve ben de orada çalışmaya başladım. 1991 ve 92 Türkiye Şampiyonları bu merkezde yapıldı. 1995’te ligler başlayınca TED Ankara Kolejliler Spor Kulübü olarak bizde yer aldık. Hiç ara vermeden lige katıldık. Bunu yapabilen tek takımız. İstikrar çok önemlidir. Şampiyonluğu üç kez kucakladık. Dört kez ikinci ve iki kez üçüncü olduk. Dört kez Avrupa kupalarına katıldık. Son iki yıldır orta sıralarda yer alıyoruz.
KUL : TED’in kulüp olarak sizce en önemli özelliği nedir ?
İPEK : 1990’dan beri satranç kursları düzenliyoruz. Satrancın gelişmesine katkı sağlıyoruz. Biz sadece ligde oynayan bir kulüp değiliz. Binden fazla çocuk bu kulüpte eğitim aldı. 15 – 20 İyi satranççı çıktı. Böylece altyapımız da oluştu. Oyuncularımız bu çocukların arasında yetişenlerden. Kimi kulüplerde daha sonra bizden oyuncu transfer ettiler. Tabii altyapı ile uğraşmak zor. Satranççı yetiştirmek uzun vadeli zor bir iş. Ama bunu yapmak gerekli. Sadece lig de maça çıkmak ile kulüp olunmaz.
KUL : Bugünlerde ligden çekilmeler olduğu ve para konusu gündeme geldiği için soruyorum. Ne kadar bir bütçe kullanıyorsunuz lig için ?
İPEK : Biz yıllarca 10 – 15 bin YTL arasında bir miktara çok iyi bir ekiple dereceler aldık.
KUL : Liglerde yer alan yabancı oyuncularda tartışma konusu. Sizce yabancı oyuncuların gelmesi yararlı oldu mu ?
İPEK : Kesinlikle yararlı oldu. Bir faaliyete, bir yarışmaya katılanların seviyesi katılımcıların genel ortalamasını da etkiliyor ister istemez. Güçlü yabancı oyuncuları izlemek, aynı ortamda bulunmak yerli oyuncumuzun da kalitesini arttırıyor. Moral açıdan da önemli. Biz zamanında bir Balkan Şampiyonası’na gider 3 – 4 oyun oynar gelirdik. Uluslararası turnuva tecrübemiz bundan ibaretti. Bence kulüpler bu oyuncuları zaman içinde eğitim amaçlı da kullanırsa, yerli oyunculara antrenör, eğitici olarak kullanırsa daha da yarar sağlar diye düşünüyorum.
KUL : Türk satrancının bugününü, geçmişe göre değerlendirdiğinizde nasıl bir tablo çıkıyor karşınıza ?
İPEK : Bugün oyuncu sayısı çok arttı. Genel seviye yükseldi. Ama en önemlisi yaş ortalaması düştü. Bakın bu çok önemli. Eskiden Türkiye Şampiyonası 40 ve üzeri bir yaş ortalaması ile yapılırdı. Şimdi 20 – 25 civarı. Satranca başlama yaşı da 7 – 8’lerde. Ve tabii bu durum çok daha iyi.
KUL : Kimlerden Büyükusta unvanı bekliyorsunuz ?
İPEK : Emre Can, Barış Esen, Kıvanç, Umut bence şu anda çok iyi yerdeler. Birkaç yıl içinde birkaç GM olabilir diye düşünüyorum. Yeter ki, iyi bir GM’nin gözetiminde disiplinli bir çalışma olsun. 30 Yıl boyunca kahvehanelerde pratik satranç oynandı ancak yol alınamadı. Ama şu da var. Satranç sadece birinci olmak, şampiyon olmak, unvan almak için yapılan bir spor değil. Toplumsal bir uğraş aynı zamanda. Gelişime katkı sağlıyor. Sıradan insan için bir hobi olması bile çok önemli. Diyelim ki Türkiye’de 100 kişi satranç oynuyor ama hepsi GM. Bu iyi bir şey mi ? Bence hayır. Tabana yayılmak daha önemli.
KUL : Gençlere önerileriniz var mı ?
İPEK : Çocukları gençleri sadece kendi aralarında oynatmak yetmez. Büyüklerle daha güçlülerle de karşılaşmaları gerekli. Aynı yaş ve güç seviyesinde defalarca karşılaşmanın ne faydası var. Öte yandan, kondisyonda çok önemli. Pratikte yapsınlar ancak satrancın teorik kısmını unutmasınlar. Özellikle hızlı ve yüzeysel analizden kaçınmalı.
KUL : Tekrar olacak ama “nasıl yani” ?
İPEK : Şöyle örnek vereyim. Bilgisayarla çalışmak çok yararlı, ancak GM’ler arasında ortalama 4 saatte oynanan bir oyunu 10 dakikada incelemek ve sonuca varmak da bence doğru değil. Çizgi film seyreder gibi analiz olmaz. Varyantlarını incelesinler, derin düşünsünler.
KUL : Sayın İpek çok teşekkürler. Kolay gelsin.